25 Nisan 2022 Tarihinde yayınlamışım bu yazıyı nokta ve virgülüne dokunmadan tekrar yayınlıyorum, soru çok basit Nereye gidiyoruz, ve kim dur diyecek?
#İstikrar ile İsrafa Devam
Süreklilik ve istikrar her türlü başarının anahtarıdır.
Bir ülkenin uzun yıllar varlığını sürdürebilmesi halkının refah seviyesinin artması için en önemli iki unsur Eğitim ve Üretimdir.
Eğitim ve Üretimin sürekliliği için 17 Nisan 1940 yılında kurulan Köy enstitüleri 1940 yılından, 1946 yılına kadar binlerce dönüm arazin tarıma kazandırılması, fidanların toprakla buluşması, sulama kanallarının yapılması, ambar ve depoların doğru yerlere konumlandırılması, Türk halkına eğitim vermek için yetiştirilecek öğretmenlerin barınması için öğretmen evleri, uygulama okulları gibi harika projelere kısa sürede imza atmıştır.
Yazımızın başında istikrardan bahsetmiştik, başarının anahtarı süreklilik ve istikrar ise biz ülke olarak nerede ne zaman hata yaptık sorusuna yanıt vermeniz için hafızalarınıza küçük bir soru işareti bırakıyorum.
21 Nisan 2022 yılında TUİK tarafından yayınlanan Tarımsal Girdi Fiyat Endeksi, Şubat 2022 raporuna göre Tarımsal girdi fiyat endeksi (Tarım-GFE) yıllık %80,99, aylık %16,69 artmış.
Raporu olduğu gibi paylaşıyorum.
‘’https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Tarimsal-Girdi-Fiyat-Endeksi-Subat-2022-45774’’
Tarım-GFE'de (2015=100), 2022 yılı şubat ayında bir önceki aya göre %16,69, bir önceki yılın Aralık ayına göre %28,50, bir önceki yılın aynı ayına göre %80,99 ve on iki aylık ortalamalara göre %36,85 artış gerçekleşti.
Ana gruplarda bir önceki aya göre tarımsal yatırıma katkı sağlayan mal ve hizmet endeksinde %9,60, tarımda kullanılan mal ve hizmet endeksinde %17,69 artış gerçekleşti. Bir önceki yılın aynı ayına göre göre tarımsal yatırıma katkı sağlayan mal ve hizmet endeksinde %47,24, tarımda kullanılan mal ve hizmet endeksinde %86,59 artış gerçekleşti.
Görüldüğü üzere tarımda ve üretimde girdi fiyatları sürekli artmakta, bu artış Çin’ de başlayan Pandemi ve lojistik krizini de yanına yandaş alarak sürekli derinleşiyor, kapitalizmin etkisi ile duracak gibide görünmüyor.
Müsaadenizle bizim çocukluğumuzdaki Türkiye’deki köylere vurgu yapmak istiyorum, çiftçinin en iyi bildiği iş üretmekti. Çiftçi geçen seneden ekmek için sakladığı 100 kg buğdayı tarlasına eker, mahsul zamanı geldiğinde emeğinin karşılığını en az 1’e %100 buğday olarak alır seneye ekmek için yine 100 kg buğdayı tohumluk olarak deposuna ayırır, un ihtiyacını karşılayacağı kadar buğdayı ambarına koyar, ihtiyaç fazlasını da tüccara satardı.
Tüccardan kazandığı para ile diğer ihtiyaçlarını karşılar kendisinin ve ailesinin yaşamını sürdürürdü. Bu döngü sadece buğday için değil toprakta yetişen her ürün için geçerliydi, tohuma para verilmez çiftçi bulduğu her karış toprağı ekip biçerdi. Çiftçiliğin yanı sıra et, süt gibi diğer ihtiyaçlarını karşılamak için hayvancılık yapar ülke ekonomisine katkı sağlamak adına ne gerekiyorsa tüm imkanlarını seferber ederdi.
‘’Dip not; Sonra ülkemizden birileri köylünün kafasını karıştırdı, 1%100 yerine 1%500 ürün alması için teşvik edilen çiftçi genleri ile oynanmış buğdayı tarlasına ekmekte gecikmeyince, ülkemiz üzerinde uzun vade yapılan planlar adım, adım gerçekleşmiş oldu. Dün tarım alanında kendi kendine yeten nadir ülkelerden birisiyken maalesef bugün neredeyse kendimize ait tohumumuz yok diyebiliriz.
Varlığımızı sürdürmek için üretmemiz gerektiği konusunda sanıyorum hepimiz hemfikiriz. Dün çiftçimize GDO’ su ile oynanan tohum vererek başlatılan oyunların bugün ikinci perdesi olan toprağını ekmene gerek yok, değerinden çok daha fazlasına satıp lüks bir hayat yaşayabilirsin senaryosunda sizce ülkemizin çiftçisine, üstüne üstlük girdilerin sürekli yükseldiği bir dönemde tarlanı satma mahsul ek demek sizce de çok komik değil mi?
Unutmayalım sorumluluk bireysel değil devleti yönetenler tarafından alınırsa istikrar olur, gıda sorununu çözen devletler dün olduğu gibi yarın da dünyaya hükmedeceklerdir sözünden yola çıkarak gıdamıza ne kadar sahip çıkabiliyoruz sorusunu siz değerli paydaşlarıma yönelterek yazıma devam etmek istiyorum.
Kiminle konuşsak ya da nereye baksak yiyeceğin pahalılığından söz ediliyor, birçok kişinin beklentisi yaz gelecek fiyatlar ucuzlayacak oysa bana göre aksine yaz gelince bu fiyatları hepimiz arayacağız.
Nasıl böyle bir beklenti içerisine girdiğimi soranlara önce küçük bir anımsatma yapmak isterim.
#DerinDondurucu,
Türk insanının evinde olmasa da en az bir sefer bende almalıyım diye araştırma içerisine girdiği bu başucu ürünü özellikle Kurban Bayramı arifesinde en çok satılan ürün listesinin en üst sırasında yer alıyor, hoş derin dondurucu almayanların evlerindeki buzdolabının bir bölümü de zaten aynı görevi görmekte.
Gelelim konumuza;
Geçen sene 5 tl altında alınan ya da memleketten gelen sebzelerin yanı sıra Kurban Bayramından kalan etlerinde sonuna doğru yaklaştığımız bir döneme geldik. Bugüne kadar derin dondurucudaki ürünler ile idare edildiği için Pazar fiyatları yüksek olsa da alım geçen senelere oranla daha düşük kaldığı için enflasyona etkisi tam hissedilemedi, derin dondurucudaki ürünler ya bitti ya da bitmek üzere peki bundan sonra ne olacak dersiniz?
Tahmin edeceğiniz üzere talep ve arz dengesi bozulacağı için fiyatlar kademeli olarak ya yükselmeye devam edecek ya da şimdiki fiyatlarla hep birlikte razı olacağız. Fiyatların eski seviyelere gelmesi için üretimin artması gerekiyor, lakin çiftçi girdi maliyetlerinden dolayı üretmek istemediği gibi birde tarlasına biçilen yüksek fiyattan dolayı üretmemek için sürekli kendisine bahane üretiyor.
Kendinizi o çiftçinin yerine koyun 30 dönüm tarlası ile kıt kanat geçinmeye çalışan bir çiftçi tarlasını sattığında hayatı boyunca kazanamayacağı kadar paraya sahip oluyorken neden o tarlaya mahsul eksin?
Aralarında tarlalarını satmak istemeyip direnen çiftçilerimiz yok mu, elbette var.
Lakin Tarım arazilerinin korunması adına alınan önlemler ‘’MIŞ’’ gibi olunca, yan komşunun yüzlerce yıllık zeytin ağaçları bir gecede yer değiştirip o güzelim arazilerin üzerinde beton yığınları hızla yükseliyorken siz yan tarlada tarım yapmak için ne kadar direnebilirsiniz?
Pandemi süreci birçok büyük üreticiyi ne bulursan, nerede bulursan, kaça bulursan al yöntemine itince Tedarik Zinciri süreçleri alışkanlıklarını değiştirmek zorunda kaldı, Üreticilerin birçoğu zaten kendi mahsullerini tohumlarını büyük çiftçilere vererek ürettiriyorlardı, şimdi aldığımız haberlere göre bu rakamlar katbekat arttı.
Yani
Bu sene birçok çiftçi
-Patates
-Domates
-Biber
-Bezelye
-Taze fasulye
-Soğan
Gibi ürünleri daha ekmeden satış anlaşmasını yapmış oldu.
Elektrik fiyatlarının yüksek olması nedeni ile var olan derin dondurucular çalıştırılmayıp satışa çıkartılacağı gibi 2022 - 2023 planlamasını yapıp üretim yapan derin dondurucu firmaları da dar boğaza girecekler diye dip not geçmek istiyorum.
Sonuç olarak bundan sonra günlük yaşamaya hazırlanın, büyük marketlerde bir süredir adetli ürün almaya yönelen halk alışkanlıklarını bu yönde arttırmak zorunda kalacak.
Pozitif yönü hiç mi yok derseniz olmaz mı geçtiğimiz sene 20 milyon ton gıda bir şekilde çöpe gitmişti, sanıyorum bu sene israfı el birliği ile önleyeceğiz.
Konumuz gıda olunca konuşulacak çok şey var, müsaadenizle biraz daha rakamlara değinmek istiyorum.
Verilere göre ülkemizde yıllık gıda cirosu 500 milyar olarak öngörülmekte ve her yıl 20 milyon ton gıdanın; yanlış üretim, hatalı sevkiyat ve depolama gibi unsurlar sonucu çöpe gittiği tahmin ediliyor. Hatalı tarım politikaları yanı sıra halk olarak bilinçlenmez topraklarımıza, gıdalarımıza dolayısıyla ülkemize sahip çıkmazsak gelecek günlerde yaşamak bu günlerden çok daha zor olacaktır. Özetleyecek olursak 2050 yılında 100 milyon olması beklenen Türkiye nüfus kıtlık ile karşı karşıya kalacaktır. Çocuklarına ve torunlarına beton yığıntısı bırakmak için mücadele verenlere küçük bir duyuruda bulunmak istiyorum, bize topraklarını bizden sonraki nesillere iletmemiz için emanet bırakan ecdat ‘ın yaşam felsefesini örnek almazsak sanıyorum bizden sonraki nesiller bizler kadar şanslı olmayacaklar.
Gıdamıza sahip çıkabilmemizin ilk temel kuralı toprağımıza sahip çıkmaktır. Kâğıt üzerinde yapılan açıklamalara bakıldığında her şey yolunda gidiyor gibi görünse de bunun böyle olmadığını en az bizim kadar o açıklamayı yapanlar bilmekte.
Son yıllarda tarım alanında en çok duyduğumuz kelimelerin birkaç tanesini gelin alt alta yazalım.
-Organik Tarımda 546 bin Hektar Alana Ulaşıldı.
-Tarımda İhracatımız Rekor Seviyeye Ulaştı.
-Cumhuriyet Tarihinin 2 Katı Barajı Devreye Alındı.
-Tarım Arazilerini Koruma Altına Alındı.
Elbette gıda israfı ve sorunu sadece ülkemizde nüksetmiyor, sorunlara acil çözümler bulunamaz ise Afrika kıtasında yaşanılan insanlık dramı fragmanının uzun metrajlı filmine benim 2 isim önerim olacaktır.
-Köylü milletin Efendisidir.
-Milli ekonominin temeli tarımdır.
Gıda ihtiyaçlarımızın % 90 lık kısmının topraktan karşılandığı öngörüsü ile yola çıkacak olursak İngiliz iktisatçı Robert Thomas Malthus ‘un teorisine göre 2050 yılında bu topraklarda yetişen mahsuller yaşayan insanların doymasına yetmeyecek. Bu demek oluyor ki gıda savaşları film olmaktan öteye gidecek ve insanlar bir parça ekmek için birbirlerini öldürecekler.
2050 yılında olabilecek krizi o günün teknolojisi ile neredeyse 150 yıl önce gören Türkiye nasıl oldu da bu krizi fırsata çeviremedi.
Konumuz çok önemli ve detaylı bir araştırma gerektiriyor ben dilim döndüğünce sizleri yormadan, sıkmadan bildiklerinizi tekrar size anımsatmak istedim.
Ülkemizin coğrafi gücü, genç ve dinamik nüfusu, Türk halkının çalışma azmi ortadayken biz sürekli neden aynı hataları tekrarlıyoruz?
Dün tüfeğinin namlusunda düşmana sıkacak mermisi olmayan ecdat ülkesinin topraklarını koruma adına canını hiçe sayıp göğsünü siper etmemiş miydi?
O ecdadın torunları daha iyi bir yaşam hayali ile bugün o toprakları dün savaşarak kazanamayan düşmanın torunlarına tereddüt etmeden satıyor, üstelik o sattığı topraklarda yine bu ülkenin evlatları üretim yapıyor, sonra o yetiştirilen o ürünler ülke sınırlarının dışına yok pahasına satılıyor, döngü belli yüz tır domates yolla karşılığında 1 palet telefon al.
Kimsenin kimseye muhtaç olmadan huzur ve dayanışma içerisinde yaşayacağı güçlü ve bağımsız bir Türkiye kurma hedefiyle yola çıkan Mustafa Kemal Atatürk kısa zamanda çok büyük işlere imza atmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında çok açık belirtilen Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin ebedi varlığı, refahı, maddi ve manevi mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde; verdiği istikrarlı kararlar doğrultusunda Türk halkının yanı sıra birçok ülke liderinin hayranlığını kazanan Atatürk’ün eğitim ve üretime verdiği önemi bugün çok daha iyi anlıyoruz.
Bir kızıl dereli atasözü vardı;
Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.
Diyeceğim o ki,
İsrafa, satmaya ve umursamazlığa aynı hız ve istikrarla devam edersek ‘’Köylü milletin efendisidir’’ atasözü yarın çok daha kıymetli olacaktır.
Sevgiyle kalın.