Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.
Cahit Sıtkı Tarancı
Bizi diğer canlılardan ayıran birçok özellik sayılır. Ancak, bunlardan ikisi sadece insana özgüdür: Merak ve empati
Merakın insan yaşamındaki önemini çeşitli yazılarımda dile getirmiştim. Bilimsel gelişmenin ve düşünmenin; buna bağlı olarak kültürün temelini oluşturduğunu çeşitli örnekler
vererek vurgulamıştım.
Ancak sosyal gelişmenin ve insana özgü duygusal dünyanın
evrimleşmesinin de empati ile oluştuğu kuşku götürmez bir gerçektir.
Kültürleşme ve bilimsel
gelişmeler için merakın; sosyalleşme için empatinin ortaya çıkması
kaçınılmaz görünüyor. Ancak
hangisinin önce çıktığı konusunda doğrusu bilgimiz yok; tartışmaya açık (belki merak önce olabilir); ancak
birbirini yani merakın kültürel gelişmeyi, kültürel gelişmenin merakı; empatinin sosyalleşmeyi;
sosyalleşmenin de empatiyi güçlendirdiği söylenebilir.
“Empati ya da eşduyum, bir başkasının duygularını, içinde
bulunduğu durumu ya da davranışlarındaki nedeni anlamak ve içselleştirmek demektir. Kendi
duygularını başka nesnelere
yansıtmak anlamında da kullanılır (örneğin saksıdaki bir çiçeği okşamak gibi). Zıt anlamlısı: antipatidir.
Bebekler üzerinde yapılan
incelemelere göre, empati, doğuşta yüksek olmakla birlikte, yeterince beslenmediği taktirde hızla yitirilen bir yetenektir. Empati yeteneğini
sonradan kazanabilmenin yolunu ise bilim adamları şöyle tanımlamaktadırlar: Açık uçlu sorular sormak, temkinli hareket etmek ve temkinli yorumda bulunmak, hızlı yargılara varmaktan kaçınmak, kendi davranış ve
düşüncelerimizi anlamaya çalışmak, geçmişten ders almak, olayları akışına bırakmak ve kendimiz ve
karşımızdakilerin davranışları için belirli sınırlar oluşturmaktır.
Olumlu amaçlar için kullanıldığında işbirliği, üretkenlik, refah ve mutluluğu artıran bu yetenek; kötü amaçlar için kullanıldığında manipülasyonculuk şeklini alır.
Tekrar basit olarak tanımlarsak,
”Empati”, bir insanın, kendisini karşısındaki insanın (bazen de canlı diğer bir varlığın) yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamasıdır. Empati sayesinde insan ilişkileri gelişir. İnsanlar
arasındaki kavgalar azalır ve zamanla yok olur. Aile içi empati ise aile
bireylerinin karşısındaki insanı kendi yerine koymasıdır. Bu sayede bireyler
karşındakinin ne tepki vereceğini bilir ve ona göre davranır.
Empatinin tam olarak
gerçekleşmesinin üç kuralı vardır;
1. Bir insanın kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak, olaylara onun bakış açısıyla bakmak,
2. Karşıdakinin duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlamak ve hissetmek,
3. O kişiyi anladığını ona açıkça ifade etmek.” (Wikipedia, Vikipedi, özgür ansiklopedi’den).
Her insanın egosu (ego ben
demektir) vardır. Ancak insanın bu egosunu toplum içerisinde sınırlaması
empatinin doğuşunu hazırlar.
Bir daha vurgularsak insan empati taşıyandır. Bunun en açık tanımı, kendine yapılmasını istemediği şeyin, başka birine yapılmasını hoş
karşılamamamaktır.
Acaba şu anda bulunduğumuz toplum bu nitelikte midir?
Durum öyle görünmüyor;
televizyonlarda her gün birilerini aşağılayan programların büyük bir
kesim tarafından beğeniyle
izlenmesi, bu insani vasıflara ne kadar ulaştığımızın ciddi bir göstergesi
olabilir.Dikkat edin,
televizyondaki beğenilen dizilerin çoğu, oynayan kişilerin birbirini azarladığı, aşağıladıkları, aldattıkları, kandırdıkları ve dolandırdığı
dizilerdir. Başka bir adamın
aşağılanmasını beğeniyle seyreden bir kişinin ya da toplumun empatiyi geliştirdiği
söylenemez. Özünde empati
eksikliğinin bugün ve geçmişte neleri
doğurduğunu, nelere neden olduğunu bazı örneklerle görebiliriz:
Tarihin her döneminde her coğrafyada gelenek, görenek, bireylerin davranış biçimleri, yaşama bakış şekilleri farklı olmuştur; bundan sonra da olacaktır; ancak her dönem ve her coğrafya için değişmeyen evrensel duygusal değer ve tanım empatidir; yani kendine yapılmasını istemediğin şeyi
başkasına yapmayacaksın,
dilemeyeceksin, yapılırsa da hoş karşılamayacaksın.
Özellikle geçmişte birbiri ile kavgalı ülkelerin vatandaşları bir araya gelince birbirlerini suçlamaya, şu ya da bu şekilde aşağılamaya çalışırlar. Sanki bunları yaptıklarında, yani tartışmada üste çıktıklarında, geçmişlerini ya da suçlarını aklayacaklarmış gibi. Ancak empatiyi yeterince geliştirmiş
olanlar, yani insani özellikleri kazanmış olanlar, bu konuşmayı şöyle bitirirler: Tencere tencereye bakar, senin altın kara, benimki senden kara dermiş. Başarıyı ve iyiliği kabullenmek kadar, suçu da üstlenerek ve nedenini ‘doğru biçimde’ - suçu temizlemeye yönelik uyduruk nedenlere dayandırmadan - analiz etmenin bir erdem olduğunu ve empatiye ulaşmanın en kestirme yolunu bu olduğunu öğrenmemiz gerekecektir.
Her gün boynuna sarılıp öptüğü bir canlıyı akşam kızartma olarak yiyen bir insanın empatisi ne ola? (Nanoş
ile Küçük Ali)
Toplumda herkes insanlıktan, yardımdan, hoşgörüden, saygıdan, özveriden söz ediyor; ancak bu özelliklere sahip bir adam arıyoruz ki heykelini dikelim.
Alt yapısı zaten bozuk olan böyle bir topluma, amacı sadece ve sadece kazanmak olan bir de vahşi kapitalizm enjekte etmişseniz, “empatiyi yitirmiş” bu toplumun, karşısındaki başka ya da farklı bir bireyi ya da topluluğu (hele kendinden farklı ise) düşünmesi ve anlaması artık hayal olmuştur. Başka birinin iyiliği için onun duygularıyla düşünmeyi bir yana bırakalım, o insanı, çeldirebilme, kızdırabilme, yolabilmek,
kazıklayabilmek için düşüncelerini okuyacak bin bir yol geliştirmeye başlar. Birçoğu çocuklar için zararlı olan bunca reklamın göz göre göre yapılmasını nasıl açıklayabilirsiniz?
Bir kısmınız bu yazdıklarıma tümüyle ya da bir kısmına
katılmayacaktır. Uygarlığın ulaştığı erdemlerden örnekler vermeye
kalkışacaklardır. Ancak o zaman şu soruyu da kendilerine sormaları gerekecektir: Bildiğimiz kapı kilidi ne zaman ne için insan soyunun kullanımına sokuldu? Hayvanlardan korunmak içinse, sadece bir bariyer, çit ya da kapalı bir mekân yeterlidir. O halde kilide ne gerek vardı; eğer sizin saygı duyduğunuz ve önem verdiğiniz bir insan toplumu varsa. Kilit,
empatisi olan örnek bir toplum için utanç simgesidir. Bir apartman düşünün, 30 yıl komşularınızla yemişsiniz içmişsiniz, çocuklarınızı birlikte büyütmüşsünüz ve bir gün yine yiyip içtikten sonra, ayrılırken birbirinizin yüzüne baka baka, çıtır çıtır kapılarınızı kilitlemişsiniz. Bunun anlamı şu, ben yine de sana (size, bu çevrenin insanlarına, topluma)
güvenmiyorum. Siz gelir benim
malıma, canıma ve ırzıma tasallut edebilirsiniz. Kilit kullanma
gereksinmesi duyulduğu sürece, insanın –biz ne zaman insan olacağız
sorusuna da yanıt olarak- gerçek bir insan toplumuna yaraşır
olgunluğa ulaşması
gerçekleşmeyecektir. Kilidi kaldırmayı bir yana bırakalım; kapılarımıza birden çok kilit takmayı ve kilitlerin en zor açılandan olması için her türlü yolu deniyoruz. Esasında kilit, empatinin anlaşılması için de bir anlamda kilittir.
Empatinin geliştirilemediği toplumlar her türlü belaya açıktır. Çünkü başka birini anlamadan yoksundurlar. Başka birini anlayamazsanız sosyal
organizasyonu ve insanın insana
saygısını geliştiremezsiniz.
BU EĞİTİM, EMPATİYİ ÖĞRETEMEZ
Sağlıklı insanlarda görülen empati, gerçeği anlamanın en önemli anahtarıdır. Eğer bu duyguya sahip değilseniz, narsist (yalnız kendini seven) bir insan olursunuz. Bu kavramı kendi özgün anlamından taşırarak, toplumlara, geçmişe ve geleceğe de uygulayacak şekilde genişletirsek, bize kahramanlıklar olarak sunulan çok şeyin barbarlık ve bir insanlık dramı olduğunu anlarız. Örneğin, kendi inancını kimseye zarar vermeden yürüten, bin emekle bağını bahçesini kuran ve üreten, herkese, her
düşünceye saygılı bir toplum, bir gün zırhlarla kuşanmış, gözlerini kan bürümüş, talandan ve zulümden başka hiçbir değeri olmayan bir gürüh tarafından çevriliyor. Atalarının ve kendinin biriktirdikleri her şey bir anda yakılıp yıkılıyor, talan ediliyor, bütün değerli şeyleri çekilip elinden alınıyor, eğer kafası kılıçtan geçirilmemişse kendisi köle, eşi cariye yapılıyor; çocukları bir daha geri dönmemek üzere, kalmışsa ailelerinden çekilip alınıyor ve bütün bunların “kendi üstün ırkı, tanrısı ya da uygarlık adına” yapıldığı söyleniyor. Hatta bırakın yabancı bir dinden olmayı, kendi dininden olup da, farklı bir yol tutmuş olanların ve hak olarak kabul edilmiş mezheplerin mensuplarının dahi, düşman olarak görülmesi; 21. yüzyılda bile bu inanç ayrılıklarından dolayı insanların, şehirlerde katledilmesi ve yakılması; en acısı bu eylemleri
“kendi mezhebinden ya da
yolundan olmadığı için müşrik sayarak, cehennemlik olduğuna karar
vererek” tasvip ettiklerini davranışlarıyla gösteren insanların hâlâ en yetkili yerlerde, hatta
parlamentolarda bulunması, bu düşüncenin ıslah olmayacağının tipik bir kanıtıdır. Hiçbir hayvanda utanma duygusu gelişmemiştir. Bu özellik
yalnız insana özgüdür. Eğer bütün bunları utanmadan hâlâ kahramanlık ve erdem olarak benimsiyor, öğretiyor ve savunuyorsanız, insanlık
değerlerinizin bir daha gözden
geçirilmesi gerekir...
Siz eğitiminizde, sizin soyunuzdan olduğuna inandığınız insanların şiddetini, gaddarlığını, katliamlarını “Taş üstünde taş, baş üstünde baş” bırakmadı gibi cümlelerle orta
eğitiminizdeki kitaplarda
çocuklarınıza öğretiyorsanız; bunun adı empati değil, antipatidir.
Böyle bir eğitimden geçmiş bir
çocuktan başka birini anlamasını beklemeyiniz. O kişi için bir şey
kendine yararlı ise her şey
mubah, değilse günah ve
ahlaksızlıktır.Yanlış empati kurma (örnek gösterme), doğrusundan daha
tehlikelidir Kötü örnek alınarak
kurulmuş bir empatinin hiç
kurulmamış bir empatiden daha
tehlikeli olduğu da bilinen bir
gerçektir. Örneğin zamanımızda
bin bir rezilliğe imzasını atan
kişiler, örneğin imanı yerinde
olduğu söylenen kişiler, yasaların bile yasakladığı suçları işledikten sonra (örneğin küçük yaştaki kızlar söz konusu olunca), televizyonlarda
peygamberimiz de böyle yapmıştı,
falanca din âlimi de böyle bir fiili meşru kılmıştı gibi yorumlarla
kendilerini savunmaları empatinin en kötü örneklerini oluşturmaktadır…
Dünyanın her döneminde her coğrafyasında hoş
karşılanmayan ya da benimsenmeyen fiiler ve davranışlar vardır. Ancak her dönemde bunları şu ya da bu şekilde yapanlar da vardır. İşte kötü bir
empati bu kabul edilemeyen örneklerle eşleştirilerek
gerçekleştirilir. Örneğin
çoğumuzu kötü bir fiilimizden dolayı sıkıştırdıklarında, bu örneklere sığınırız: Falanca komutan, falanca milletvekili, falanca başkan da böyle yapmıştı diyerek fiilimizin
meşruluğunu savunmaya kalkışırız.
Bence en ahlaksız insan tipi, yaptığı kötü fiillerine kötü örneklerle kılıf bulanlardır. Ne yazık ki
siyasetimiz ve basın ortamımız, hatta her kesimimiz bu batağın içine gömülmüş durumdadır. Ne yazık ki bundan önce yazmış olduğum “ben artık bu toplumun sosyal ve
manevi bir üyesi değilim” adlı yazıda, geçmişin kinini kusanları, onlar da şöyle yapmıştı yaklaşımı ile
savunmaya kalkışanların empati yoksunluğuna tanık oldum.
Merak edenler sonucu öğrenemeden öbür dünyaya göç ediyorlar;
suçlananlar da aklanamadan kötü örnek olarak sosyal tarihimize
geçiyorlar. Daha sonraki ahlaksızların kuracakları empati için sağlam
gerekçeler oluşturuyorlar. Değişik
biçimlerini günümüzde de ağır bir şekilde yaşıyoruz. Geçmişte yapılan eylemlerin çoğunda acı çekmiş
insanların bugün suçsuz olduğunu anlıyoruz. Bir insanın yaşamının kutsal olduğunu hisseden herkesin haksız yere eziyete uğratılmanın bir insanlık suçu olduğunu öğrenmiş olması gerekir. Çünkü yaşam geriye döndürülmeyen bir süreçtir ve herkes için kısıtlı bir süredir. Hiç kimsenin bu süreçin bir kısmını çalmaya hakkı olmamalıdır. İşlenen bir suçun da cezasız kalmaması gibi
kutsal bir duygudur bu…
Geçmişte bu empatiyi
geliştiremeyenler, bugün acı çekiyor; bu gün duymayanlar da yarın
çekecek…
Çok özel not: Okuduğunuz her şeyde, dinlediğiniz her haberde, yazılanlar ve söylenenler sizin
gelenek, görenek, inanç, ırk ve ait olduğunuz kesimin benzer
duygularını okşuyor olsa bile, ilk olarak kendinizi karşınızdakilerin yerine koyarak öğrenmeyi ve
anlamayı deneyin. Göreceksiniz insan olmak kolay değil; böyle bir alışkanlığı geliştirdiğiniz zaman
da –bugün de yarın da- yanılmanız kolay olmayacaktır…
“Türk öğün (buradaki anlamı
çoğumuzun anladığı öğünmek, böbürlenmek değil, eski Türkçede kullanılan düşünmek anlamına gelen bir kelime kökünden gelen bir anlam taşır), çalış ve güven” diyen, yani sömürmeden, gasp etmeden kazanmayı öğütleyen ve “yurtta sulh cihanda sulh”
özdeyişiyle yaşam tarzımızı da
belirleyen Kemalizm’i kutsardınız.
Belli ki alınacak daha uzun bir yolumuz var…
Prof. Dr. Ali Demirsoy
Saygılarımla
Sunuş Yazısı
Değerli Kardeşim
İnsanlığın ve Türkiye’nin en önemli eksikliklerinden biri, insanı insan yapan iki değerden yani merak ve empati duygularından yeterince
nasibini alamamasıdır. Yaşam tarzımızı ve dünya görüşümüzü
kökten etkileyen bu iki değerden birini, “bizi yaşanabilir sevecen bir dünyaya kavuşturacak” olanını yani empatiyi masaya
yatırmaya ne dersiniz?