Son dönemde Türkiye ekonomisine dair açıklanan iki önemli gelişme, kısa süreli olumlu etkiler yaratsa da daha derin bir inceleme, uzun vadeli ekonomik sorunların hala çözülmediğini ortaya koyuyor. Standard & Poor's’un (S&P) Türkiye'nin kredi notunu "B+"dan "BB-"ye yükseltmesi ve Ekim ayı ihracat rakamlarındaki artış, yüzeyde bazı iyileşmeleri gösterse de bu gelişmelerin sürdürülebilir olup olmadığı hâlâ tartışmalı. Ekonomiyi daha objektif ve eleştirel bir gözle incelemek, sevinmek için erken olup olmadığını değerlendirmemizi sağlayacak.
Kredi Notu Artışı: Gerçekçi Bir Başarı mı?
S&P’nin Türkiye’nin kredi notunu yükseltmesi ilk bakışta olumlu bir gelişme gibi görünse de bu artışın altını dolduran ekonomik gerçekler, durumun o kadar basit olmadığını gösteriyor. Türkiye, hâlâ yatırım yapılabilir seviyenin üç kademe altında yer alıyor ve bu, finansman maliyetlerinin yüksek kalmaya devam edeceği anlamına geliyor. Açıklamada, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) sıkı para politikasının etkisi vurgulansa da bu politikanın ne kadar sürdürülebilir olduğu sorusu önemli bir tartışma konusu.
Kredi notu artışının borçlanma maliyetlerine olumlu yansıması beklenebilir, ancak Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları – yüksek enflasyon, yüksek dış borç oranı ve düşük tasarruf oranı – dikkate alındığında bu artış, ekonomi için bir dönüm noktası olmaktan uzak. Mehmet Şimşek'in ekonomi yönetimine geri dönmesiyle başlayan rasyonel politikalara dönüş, güveni yeniden inşa etme yolunda bir adım olsa da köklü reformlar hâlâ eksik.
İhracatta İlerleme: Sürdürülebilir mi?
2024 Ekim ayı ihracat rakamları, geçen yılın aynı dönemine göre %3,6’lık bir artışla 23 milyar 620 milyon dolara ulaştı. İthalat ise %0,2 oranında azalarak 29 milyar 364 milyon dolar olarak gerçekleşti. Bu veriler, dış ticaret açığının 5,75 milyar dolara gerilemesine yol açtı. Görünüşte olumlu olan bu rakamlar, ihracatçıların zorlu piyasa koşullarında ayakta kalabildiğini gösterse de ihracatın düşük katma değerli ve emtia ağırlıklı yapısı, uzun vadeli büyümeyi tehdit ediyor.
Katma değeri yüksek, teknolojik ürünlerin ihracat payı hâlâ düşük seviyelerde ve bu da ekonominin dış şoklara karşı kırılganlığını artırıyor. İhracatta kısa vadeli artışlar, kur avantajı ve bazı teşvik politikaları ile sağlanmış olabilir, ancak küresel rekabetin zorluğu göz önünde bulundurulduğunda, bu artışların sürdürülebilir olmadığını söylemek mümkün.
Faiz Politikaları ve Enflasyon Sarmalı
Türkiye’de faiz politikasının ekonomiyi ne yönde etkileyeceği hâlâ belirsizliğini koruyor. Faiz indirimi beklentisi, özellikle gayrimenkul ve tüketim malı satışlarında bir hareketlilik yarattı. Ancak bu hareketlilik, talep enflasyonunu tetikleyerek fiyatların yeniden yükselmesine yol açabilir. Enflasyonun kalıcı olarak kontrol altına alınması için faiz indiriminin 2025’in ilk çeyreği sonuna kadar ertelenmesi gerektiği görüşü, bu konuda dikkat edilmesi gereken bir detay.
Reel sektördeki zorluklar ve mevcut ekonomik yapı, işsizliğin önümüzdeki dönemde yeniden yükselmesine neden olabilir. Hane halkının enflasyonun düşeceğine ikna olmaması, tüketimi artırarak ithalatın büyümesine neden olurken, bu durum cari açığı olumsuz etkileyebilir. Bankaların kredi artışındaki hızlanma da bu talep artışını destekler nitelikte.
Tüketici Güveni ve Ekonomik Beklentiler
Dış ticaret verilerinde, tüketim malı ithalatının artışı, hane halkının ekonomik geleceğe dair endişelerini açıkça ortaya koyuyor. Düşük kur, enflasyon beklentileri ve faizlerin düşmesi olasılığı, tüketici davranışlarını etkileyerek tüketim ve ithalatı artırıyor. Bu durum, döviz rezervlerinin sürdürülebilirliğini tehdit edebilir ve gelecekte dış finansman ihtiyacını artırabilir.