Neredeyse iki aydır devam eden İsrail-Filistin Savaşında ölü sayısı 15.000’in üzerine çıktı. Birkaç gün süren ateşkes dönemini saymazsak diplomatik çabalar sonuçsuz kalmaya devam ediyor. Çabaların sonuçsuz kalmasını İsrail yönetiminin diplomatik sağırlığına bağlamak hafifliğine mümkün lakin görünen o ki devletleri yönetenler ellerindeki gücü kendi emelleri doğrultusunda “terörize” etmekte hiçbir beis görmüyorlar. Gerçek olan bir şey daha var maalesef dünya “diyalog” çağından “monolog” çağına, çok renklilikten tek renge doğru evriliyor ve dünya liderlerinin tamamına yakınının sarf ettiği huzur ve barış vaatleri sonsuzlukta kayboluyor.
Bugün Gazze’de yaşanan iki aylık insani dramın gölgesinde bu yazıyı kaleme alıyorum.
Amin MAALOUF 2009 yılında kaleme aldığı “Çivisi Çıkmış Dünya” adlı kitabına şu cümle ile başlar; “Pusulasız Bir Halde Girdik Yeni Yüzyıla”.
İlk bakışta ne da karamsar bir bakış açısı diyerek okuduğum kitaptaki öngörülerin çok değil on - on beş yılda gerçekleşmiş ya da gerçekleşmeye yakın olması 2024 yılına girerken bizi kendimizden başlayarak bütün medeniyetimizi gözden geçirmemiz gerektiği konusunda ciddi bir uyarı olarak görülmelidir.
1980’lerin sonunda insanlığı soğuk savaşın gergin ortamından çıkaran Berlin duvarının yıkılması ve benzeri olayların ardından gelen sunî huzur maalesef pek uzun sürmedi.
Ülke olarak düşündüğümüzde özellikle komşusu olduğumuz Ortadoğu coğrafyası başta olmak üzere Kafkasya ve Karadeniz’in kuzey yakasındaki savaş / çatışma ortamı bizi “Yurtta sulh Cihanda Sulh” prensibiyle geçirdiğimiz görece olarak uzun barış döneminin sonuna geldiğimizin adeta haberini veriyor.
Tarihin belki de görece en yararlı buluşlarının yapıldığı bin yıllık gelişimin on yıla sığdığı bu dönemde adeta karabasan gibi gelen liyakatsiz liderlerin yönettiği krizlerin derinleştirdiği güvensizlik ve çatışma ortamı, zenginin daha zengin yoksulun daha yoksul olduğu ekonomik sistemler, bitmek tükenmek bilmeyen göç hareketleriyle bunun sonucunda oluşan mülteci yoğun coğrafyalar, enerji krizi ile eş güdümlü ilerleyen silah sanayinin bitmek tükenmek bilmeyen pazar arayışları, bütün bunların adeta odağına yerleşen cehaletin egemen olduğu dünyanın sosyo-kültürel ortamı karamsarlığımızın haklı sebepleri olarak hakim konumunu koruyor.
İslam medeniyetinin Endülüs’te duraklayan çağının ötesindeki bilimsel tavır’ı, batı dünyasının aydınlanma çağının manevi doyumsuzluğunun bakiyesi olan AB’nin mevcut hali, batı demokrasisinin geçtiği sınavlardaki başarısızlıklar, bunun neticesinde yapılan yanlış lider ve parti seçimleri, Doğuda tüm beklentilerin üzerinde bir hızla büyüyen Çin ve Hindistan’ın bu büyüme ile doğru orantılı gitmeyen yada bu büyümenin hızına yetişemeyen gelecek öngörüsünün yarattığı güvensizlik, Ortadoğu’da değişen lider profilinin sahip olduğu büyük sermayenin doğu ile batı dünyası arasındaki devasa hareketlerindeki eksen kaymaları ile maalesef bir türlü çözemedikleri ya da bir varlık sebebi olarak gördüklerinden olsa gerek devam etmesi noktasında adeta yangına körükle gittikleri bölgesel savaşlar ve soykırıma varan insanlık dışı uygulamalar, Güney Amerika ve Afganistan coğrafyasından başlayarak hızla yükselen uyuşturucu ekonomisinin “medeni” dünyaya verdiği zarar ile uyuşturucu benzeri sorunlu alanları adeta normalleştiren, normalleştirmekle kalmayıp adeta pazarlar yaratan yeni akım medya ve yine bu yeni akım medyanın forse ettiği yeni!! ve sınırsız ahlaki çöküntü, emek yoğun işlerden ziyade adeta aracılık ve komisyonculuğun kutsandığı ve kısa yoldan ulaşıldığı için pek sevilen ama geldiği gibi kısa yoldan gideceği aşikar olan yeni tip zenginlik (ki bunu da ahlaki bir sorun olarak tanımlamakta bir beis görmüyorum) büyük insanlık tarihinin yakın gelecekte nereye varacağının habercisi adeta.
İklim krizinin temeli oluşturan ama bir yanda tarım toplumundan bilgisayar çağına giden yolda eksenini kaybeden üretim kültürümüzün yakın bir gelecekte daha büyük savaşlara ve göç hareketlerine sebep olacağı artık gün gibi açıktır.
Hal böyle iken “Yeni Dünyalar” arama fantezisinin bir film senaryosunun ötesinde gerçekliğe evrilmesiyle karşı karşıyayız. Bakıyorum da Şair Nazım Hikmetin 1900’lü yılların ortasından inasanlığa seslenişi ne kadar da haklı;
“Kendi kendimizle yarıştayız, gülüm. Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz, ya dünyamıza inecek ölüm”
Güzel bir yazı olmuş